3 Ağustos 2013 Cumartesi

İki nükleer santralle yılda 7,2 milyar dolar cepte kalacak


2023 vizyonu doğrultusunda Türkiye için nükleer enerji santralinin bir seçenek değil zorunluluk olduğunu vurgulayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Nükleer Enerji Proje Uygulama Dairesi Başkanı Necati Yamaç, “Akkuyu ve Sinop’ta kurulacak nükleer santraller yılda yaklaşık 80 milyar kWh elektrik üretecek. Bu miktarda bir elektriği doğal gaz santralinden elde etmek istesek, 16 milyar m3 doğal gaz ithalatı yapılmamız ve yıllık 7,2 milyar dolar para ödenmemiz gerekecek” diyor.


nukller_santral.jpg
Türkiye 2023 yılında, 2 trilyon dolar milli gelir ve 500 milyar dolar ihracat ile dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmeyi hedefliyor. “Enerji ekonominin lokomotifidir” diyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Nükleer Enerji Proje Uygulama Dairesi Başkanı Necati Yamaç, buna karşın elektrik talep artışı her yıl %6-7 oranında artan Türkiye’nin petrolde %92, doğal gazda %98, genel olarak enerjide ise %72 oranında dışa bağımlı olduğunu söylüyor. Bu nükleer de dahil nedenle tüm enerji kaynaklarının değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Yamaç, “Ülkemizin nükleer santrallerle ilgili 2023 programı, iki nükleer santralin işletmeye alınması, üçüncüsünün de inşaatına başlanmasıdır” diyor. Yamaç, Akkuyu ve Sinop’ta kurulacak nükleer santrallerin, yılda yaklaşık 80 milyar kWh elektrik üreteceğini söylüyor. Bu miktarda bir elektriğin doğal gaz santralinden üretilmesi durumunda 16 milyar metreküp doğal gaz ithalatına ve yıllık 7,2 milyar dolar bütçeye ihtiyaç olduğunu vurgulayan Yamaç, “Dolayısıyla, 3 senede sadece doğal gaz ithaline ödenecek para ile Mersin-Akkuyu’da dört ünite nükleer santral kurulabilir. Nükleer güç santrallerini, sadece elektrik üretim tesisleri olarak değerlendirmemek gerekir. Yaklaşık 550 bin parçadan oluşan nükleer santral projesinin, diğer sektörlere de sağlayacağı dinamizmle ve istihdam imkanıyla birlikte ülkemiz sanayisine önemli derecede katma değer sağlayacağı da dikkatlerden kaçmamalıdır” diye konuşuyor.
2023 yılında öngörülen kurulu güç kapasitesinin 110 bin MW olacağı dikkate alındığında Akkuyu ve Sinop Nükleer santrallerinin toplam kurulu güç içerisindeki payının civarında olacağını belirten Yamaç şunları aktarıyor:  “Dünyada 31 ülkede 437 nükleer santral bulunuyor ve bu ülkelerden 10’unun nüfusu İstanbul’dan daha az. Hal böyle iken, petrol ve doğal gaz zengini ülkelerde hatta Afrika’da bile nükleer santral var iken, Türkiye için nükleer santraller bir seçenek değil zorunluluktur. Aksi takdirde 2023 vizyonu nasıl gerçekleştirilebilir? Enerji olmadan ekonomi olmaz, ekonomi olmadan kalkınma olmaz.”

‘Yenilenebilirin rakibi değil tamamlayıcısı’

Nükleer enerji santrali yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmalı diyenler, buna karşıt olarak yenilenebilirin nükleer enerjinin karşıtı olmayacağını savununlar var. Siz bu konuda ne düşünüyoruz?
Ülkemizin 2023’te kurulu gücünün 110 bin MW civarında olması, elektrik tüketiminin 500 milyar kWh olması bekleniyor. Bunun anlamı, bugünkü elektrik tüketiminin 2023 yılında iki katına çıkacak olmasıdır. Elektrik ihtiyacımızın karşılanmasında kullanılan doğal gaz ve sıvı yakıtların neredeyse tamamını, kömür yakıtların ise yaklaşık %30’unu ithal ediyoruz. Diğer yandan, hidroelektrik potansiyelimize ek olarak rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle gibi yenilenebilir enerji potansiyelimizin tamamı kullanılsa bile 2023 yılına kadar ulaşacağımız 500 milyar kWh enerji tüketimimizin ancak yarısı yenilenebilir ile karşılanabiliyor.
Nükleer santraller baz yük santrallerdir, günün 24 saati çalışır. Rüzgar, güneş ve hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji kaynakları iklim ve meteorolojik koşullara bağlıdır. Ancak güneş doğarsa, yağmur yağarsa, rüzgar eserse enerji elde edersiniz. Baz yük olan nükleer santraller, 1 yılda bulunan 8 bin 760 saatin 8 bin saati, hidroeleketrik 4 bin, rüzgar 3 bin, güneş 2 bin 500-3 bin saati çalışır. Nükleer santrallerin kapasite faktörü %90 iken, yenilenebilirin %30-40 civarındadır. Nükleer santrallerin işletme ömrü 40 ile 60 yıl iken bu, rüzgar ve güneşte 15-20 yıl civarındadır. Diğer yandan yenilenebilirden elde edilen elektriğin tamamı değil ancak belli bir yüzdesi iletim şebekelerine verilebilir. Çünkü yenilenebilir enerji kaynakları baz yük değil alternatif enerji kaynaklarıdır. Yenilenebilir enerjiden yeterince yararlanabilmek için nükleer gibi yeterli baz yük santrallerine ihtiyaç vardır. İklim koşullarına bağlı olan yenilenebilir kaynaklara bel bağlamak mümkün değil. Bütün bunların sonucu olarak şunu söyleyebiliriz; yenilenebilir enerji nükleer santrallerin rakibi değil, tamamlayıcısıdır.

Nükleer enerjide atık yönetimi konusunda nasıl bir yol izlenecek?
Genel olarak baktığımızda atıklar, radyoaktivitesi bakımından üç ayrı guruba ayrılır. Yüksek düzeyli atıklar, orta düzeyli ve düşük düzeyli atıklar. Bugün, gelişen atık teknolojisi sayesinde atıkların hacmi yirmi kat küçültülüyor ve bu atıklar çelik ve çimentolarla kaplı konteynırların içerisine güvenli bir şekilde konabildiği gibi atıklarda camlaştırma teknolojisi de uygulanabiliyor. Atıklar belli bir süre sahada bekletiliyor ve daha sonra da nihai depolara gönderiliyor. Bu depolar, yerin 500 metre ila 1 km altında, jeolojik ve depremsellik açısından da sağlam yerler olması gerekiyor. Bir nükleer santralden yılda çıkan kullanılmış yakıtın %3’ü ayrıştırılıp %97’si tekrar kullanıldığında çok düşük atık miktarıyla karşı karşıyayız demektir. Başka bir ifadeyle, kullanılmış yakıt atıklar, tekrar kullanılabiliyor. 1 kilogram uranyumdan elde edilen enerji için, 3 milyon kilogram kömür veya 2 milyon700 bin litre petrol gerekir. Bu kadar az miktarda uranyum kaynağından yüksek miktarda enerji üretildiğinden nükleer santrallerin atık miktarı da bu oranda fosil yakıtlardan çok daha azdır. Aynı büyüklükteki bir fosil kaynaklı santralden ise yaklaşık 2 milyon ton petrol atığı veya kömür atığı çıkmakta. Bu da nükleere göre yaklaşık 67 bin kat fazla atık demektir.
Akkuyu projesi ile ilgili olarak, Rusya ile imzalanan Hükümetlerarası Anlaşma’ya baktığımızda, proje şirketinin santralin sökümünden ve atıklardan sorumlu olduğunu ve yürürlükteki kanun ve hükümlerde öngörülen fonlara gerekli ödemeleri yapması gerektiğini görüyoruz. Söz konusu anlaşmada atıklarla ilgili iki temel husus var. Birincisi; kullanılmış yakıtlar Rusya’ya götürülecek, orada işlendikten sonra Türkiye’ye geri getirilerek tekrar kullanılabilecek. İkinci hüküm ise nükleer santralden çıkacak atıkla ilgili yönetimden proje şirketi sorumlu olacak.

Nükleerin 55 kat daha masum!

Nükleer santrallerin radyasyon etkileri ile turizme ve tarıma etkileri konusunda ne düşünüyorsunuz?
Nükleer santrallerden kaynaklanan radyasyon doğal radyasyona göre çok düşüktür. Doğal radyasyon, yer kabuğunda bulunan radyoizotoplar dolayısıyla toprak ve yapı malzemeleri ile su ve gıdalar gibi doğal kaynaklardan oluşur. Nükleer santral yakınında yaşayan bir kişinin alacağı radyasyon miktarı, doğadan kaynaklanan radyasyon miktarının 1/300 (üçyüzde biri) kadardır. Nükleer santrallere göre bilgisayarlı tomografi 55 kat, 1 yılda günde bir paket sigara 4 kat radyasyon sebebi olup, uçuş personeli bir yılda 180 kat radyasyona maruz kalıyor.
Turizme etkilerine konusuna gelince, Nogent Nükleer Santrali dünyada en çok turist çeken yerlerden Paris’e 90 km uzaklıkta, Jose Cabreras Santrali Madrit’e 50 km uzaklıkta, Bradwell Santrali Londra’ya 70 km uzaklıkta. Ülkemizde nükleer santralin kurulacağı Akkuyu’nun Antalya’ya uzaklığı 300 km. Bulgaristan’daki Belene santralinin İstanbul’a uzaklığı 400 km. Diğer bir ilginç nokta da Fransa’da dünya kültür miras listesinde yer alan Loire nehri üzerinde 14 nükleer santral var ve bu nehir üzerinde turizm de tarım da yapılıyor.
Tarım ile ilgili olarak, dünyada tarımsal ürün ihracatında ilk on ülkenin tamamında da nükleer santral bulunuyor. Sayıca en fazla (104) nükleer santralin bulunduğu Amerika, tarımsal ürün ihracatında dünyada birinci, yüzde olarak en fazla elektriğin (%75) nükleerden sağlandığı Fransa da, tarımsal ürün ihracatında dünyada ikinci ülkedir. Türkiye’de nükleer santral projesi bir ilk ama dünyada 15 bin reaktör yıldır nükleer santraller elektrik üretmekte ve nükleerin radyasyon, tarım ve turizm etkileri konusunda hep dünya gerçeklerini takip etmeliyiz.

Fukuşima kazası, nükleer teknolojide güvenlik tedbirlerini nasıl etkiledi? Bu kapsamda Akkuyu’da alınan tedbirler neler?
Fukuşima kazasından sonra Avrupa Birliği ülkelerinde bulunan 143 nükleer santralde stres testleri yapıldı. Türkiye de bu testlere gönüllü olarak katıldı. Yine bu kazadan sonra stres testlerini ilk tamamlayan ülke de Rusya Federasyonu oldu ve bu testlere 18 ülkeden yabancı gözlemci katıldı. Akkuyu Nükleer Santrali’nde bulunacak teknik tasarım özellikleri, bugüne kadar görülen kazaları önleyecek nitelikte. Mesela, Akkuyu Nükleer Santrali’nde eriyik kor kabı bulunacak ve nükleer yakıtın aşırı ısınmasından dolayı oluşabilecek yakıt sızmasını önleyecek. Çernobil’de olmayan çift koruma kabı-dış muhafaza olacak. Çift koruma kabı sayesinde, Çernobil’deki kazanın aynısı Three Mile Island’ta olduğu halde kazanın olumsuz sonuçları olmadı. Bu özellikle uçak çarpmasına ve radyasyonun dışarıya sızmasına karşı bir önlem olarak düşünülüyor.   
Diğer yandan, pasif güvenlik sistemi olacak. Eğer bu sistem Fukuşima Nükleer Santrali’nde olsaydı dışarıdan elektrik kesintisi nedeniyle su pompalanamasa bile doğal sirkülasyon sayesinde yakıt çubukları aşırı ısınmayacak, dolayısıyla da kazanın da önüne geçilmiş olacaktı. Akkuyu Nükleer Santrali 9 şiddetindeki depreme dayanıklı olacak. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED sonuçlandıktan sonra işletme süresi içerisinde ÇED’e uygun işletme yapılıp yapılmadığını sürekli olarak denetleyecek. Nükleer santral civarında radyasyon ölçümleri sürekli olarak yapılacak ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) denetimleri gerçekleştirecek. TAEK, ayrıca, işletme ruhsatı verdiği zaman uygun işletme yapılıp yapılmadığını denetleyecek, gerekirse lisans durdurma ve iptal yollarına gidebilecek.

Türkiye örnek olacak

Nükleer enerjiye ilişkin hem proje sürecinde hem de proje sonrasında oluşan önyargıları kırmak adına ne tür çalışmalar yapılacak?
Nükleer santrallere olumlu veya olumsuz tepki göstermeden önce bazı hususları bilmemizde yarar var. Dünyada, 15 bin reaktör yıl içinde üç önemli kaza meydana geldi; 1979’da Amerika’da Three Mile Island, 1986 yılında Ukrayna’da Çernobil, 2011 yılında Japonya’da Fukuşima kazası. Bu kazalardan sonra belli bir duraklama döneminden sonra nükleer santral inşası devam etti. Mesela, Çernobil’den sonra, dünya nükleerden vazgeçmedi ve günümüze kadar 144 tane daha nükleer santral yapıldı. Fukuşima oldu ama şu anda hala inşaat halinde olan 64 tane nükleer santral var.
Nükleer santrale karşı olanların hep örnek olarak sunduğu iki ülke var; Japonya ve Almanya. Japonya, enerji ihtiyacının %30’unu karşıladığı 51 nükleer santralini kapattı ancak, enerji ihtiyacını karşılayacak alternatif sürdürülebilir bir yapı ortaya koyamadığı için kapattığı nükleer santralleri yavaş yavaş açmaya başladı. Almanya, nükleer santrallerinin ancak yarısını kapattı, kalanını da 2022 yılına kadar kapatmayı planlıyor. Madem ki prensip olarak nükleer santrallerin bu kadar tehlikeli olduğu düşünülüyor tamamının aynı gün kapatılmış olması gerekmez miydi? Ayrıca, nükleer santrali kapatıp komşu ülkenin nükleer elektriğini ithal etmek ne kadar rasyonel? 2022 yılına kadar tüm nükleer santralleri kapatmayı planlayan Almanya ile elektriğinin %75’ini nükleer santrallerden karşılayan Fransa, yan yana iki komşu ülke. Nükleer santrallerin milli coğrafyası olmaz. Sınırımıza 16 km uzaklıkta bir nükleer santral var. Etrafımızdaki başka bazı santrallerin Türkiye’ye uzaklığı Ankara-İstanbul mesafesi kadar. Ülke olarak çok yakınımızdaki nükleer santralleri görmemiz lazım.
Bütün bu gerçeklerin kamuoyuna aktarılması gerekir. Akkuyu projesi başladıktan bu yana vatandaşlarımızın Bakanlığımıza elektronik ortamda sorduğu sorular cevaplanmakta. Diğer yandan, toplumu nükleerle ilgili bilgilendirmek üzere 20 temel sorudan oluşan bir kitapçık hazırladık ve Bakanlığımızın web sayfasına koyduk. Yine, nükleer santral projemiz başladıktan bu güne kadar Bakanımızın kamuoyunu bilgilendirici röportajları, açık oturumları ve açıklamaları oldu. Diğer yandan, nükleer santrallerle ilgili olarak kamuoyunun bilinçlendirilmesine yönelik ayrı bir çalışma yapılması gerektiğinin farkındayız ve çalışmalarımız da bu yönde.
Baz yük olan nükleer santraller, bir yılda bulunan 8 bin 760 saatin 8 bin saati, hidroeleketrik 4 bin, rüzgar 3 bin, güneş 2500-3000 saati çalışır. Nükleer santrallerin kapasite faktörü %90 iken, yenilenebilirin %30-40 civarındadır. Nükleer santrallerin işletme ömrü 40 ila 60 yıl iken bu, rüzgar ve güneşte 15-20 yıl civarındadır.
ÇARPICI RAKAMLAR

·         Dünyada 31 ülkede 437 nükleer santral var,
·         31 ülkenin 10’unun nüfusu İstanbul’dan daha az,
·         1 yılda 8 bin saat çalışıyor,
·         İşletme ömrü 40 ile 60 yıl,
·         Nükleer santrallin radyasyonu doğadan kaynaklananın radyasyon miktarının 1/300,


NÜKLEER ENERJİ ZORUNLULUK MU? İŞTE YANITLARI…

Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) inşa sürecinde saha araştırmalarını tamamlayan ve yer lisansını teslim alan proje şirketinin üretim lisansı ve inşaat izniyle ilgili çalışmaları sürerken Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Sinop’ta kurulacak ikinci NGS projesinin hangi ülke tarafından üstlenileceği konusunun kısa sürede içinde netlik kazanacağını açıkladı.

nukleer enerjiMimar ve Mühendisler Grubu ve Enerji Uzmanları Derneği işbirliğiyle Ankara’da düzenlenen “Nükleer Enerji ve Türkiye Süreci” paneline katılan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Sinop Nükleer Güç Santrali ile ilgili sürecin sonuna doğru gelindiğini, projeyle ilgilenen ülkelerin de bu son aşamada farklı atakları olduğunu vurguladı.
Yıldız, “Özellikle Japonya, Çin ve Güney Kore'nin taleplerimize daha farklı yaklaştıklarını gördük. Olumlu manada rekabetin hızlandığını söyleyebilirim. Yeni teklifler gelip de zamana ihtiyaç duyulmazsa inşallah kısa sürede kararımızı vereceğiz. Ancak Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda, Türkiye lehine yeni teklifler gelirse ve eğer zamana ihtiyaç olduğu ifade edilirse, o zamanı da kendilerine vereceğiz. Ama bir an önce bu kararı verip yeni bir yatırım alanı daha oluşturmak istiyoruz” diye konuştu.
Sinop NGS’yi yapacak firmaya üçüncü NGS’nin yer etüt çalışmalarının da verileceğini kaydeden Bakan Yıldız, böylelikle Sinop NGS kurulumu konusunda ilk başta Japonya ile başlatılmış olan görüşmelerin Fukuşima kazasından sonra askıya alınması nedeniyle kaybedilen bir yıllık süreyi telafi etmek istediklerini söyledi. Gelen her yeni teklifin titizlikle değerlendirildiğini belirten Yıldız, “Takdir edersiniz ki, 22 milyar dolarlık bir projeye üç tane imza ile karar verilemiyor. Her birinin gerek yargı süreçleri karşısındaki sorumlulukları, gerekse bütün bürokrasi ile ilişkili işlerinin doğru bir noktada bulunması lazım. O yüzden hükümetler arası anlaşma modelinin bu manada NGS’ler, vb. büyük projeler için çok doğru bir model olduğunu da bu vesileyle söylemek isterim” diye konuştu.
Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında son on yılda en fazla büyüyen ülke olduğunu belirten Yıldız, enerji sektörünün de büyümek zorunda olduğunu, nükleer santralleri de bu vizyonun bir parçası olarak değerlendirdiklerini belirtti. Bakan Yıldız, “Ancak NGS’lere sadece bir elektrik temini konusu olarak bakarsak hata etmiş oluruz. NGS’ler sayesinde Türkiye sanayileşmeyle alakalı hususlarda da bulunduğu seviyenin çok üzerine çıkacaktır. 30-35 yıl kadar önce iğneden ipliğe bütün girdilerini yurtdışından sağlayan ülkelerin şu anda NGS’lerle alakalı bir paket ihracına girdiklerini hep beraber gözlüyoruz. Dolayısıyla bu sabırlı olacağımız ve sonucunu net olarak alacağımız bir konudur.” dedi.

‘RUSYA’YA BAĞIMLILIK ARTMAZ AZALIR!’
Türkiye’nin doğal gazda bağımlı olduğu Rusya’ya nükleer santral süreci sonrası daha fazla bağlandığı eleştirilerini de cevaplandıran Bakan Taner Yıldız, “Bizim kurgumuza göre Rusya’ya bağımlılık NGS ile birlikte artmıyor, azalıyor. Çünkü biz 2019 yılında işletmeye alınacak olan Akkuyu’nun ilk ünitesinden sonra bunu Atatürk Barajı’nın, Keban Barajı’nın ürettiği elektriğin yerine ikame etmeyi değil, doğal gaz santrallerinde üretilen elektriğin yerine koymayı düşünüyoruz.” dedi. Akkuyu NGS ve Sinop NGS’nin üreteceği elektriğin toplamını doğal gaz ile üretebilmek için bugünkü parayla 7.2 milyar dolarlık gaz ithal etmek gerekeceğini kaydeden Yıldız, “NGS’lerle ürettiğimiz elektriği doğal gazın yerine koyarsak o zaman bu kadar ithalatı yapmamış olacağız. Dolayısıyla Rusya ile herşey dahil olarak anlaştığımız fiyatın yaklaşık 2035 yılına kadar fiyatının artmayacağı (eskalasyona tabi olmadığı), 2035 yılından sonra da şu ana kadar pek karşılaşılmayan “kârdan %20 hisse alınmasını” öngören bir model kurduk. Çünkü o zamana kadar projenin finansmanı geri dönecek ve maliyetler içerisindeki finansman yükü azalacak. Dolayısıyla proje şirketinin %20 kârdan hissesine Türkiye hazinesi olarak veya EÜAŞ olarak ortak olmuş olacağız” dedi.

‘NÜKLEER TERCİH DEĞİL ZORUNLULUK’
EPDK Başkanı Hasan Köktaş ise dünya çapında daima hararetle tartışılan, karşıt ve yandaş görüşleri çok keskin olan nükleer enerjinin, herşeye rağmen son 30 yılda en önemli enerji kaynaklarından biri haline geldiğini dile getirdi. Bazı ülkelerin elektrik üretiminde %50, hatta %70-75’ler mertebesinde kullandığı nükleer kaynağın doğası gereği tartışmanın bitmeyeceğini  söyleyen Köktaş, ekonomideki ve enerji talebindeki büyüme hızı ve mevcut enerji kaynaklarındaki kısıtlar dikkate alındığında, nükleer enerjinin Türkiye açısından bir ‘tercih’ değil, ‘zorunlu bir sonuç’ olduğunun altını çizdi. Bu anlayış doğrultusunda kendilerinin de EPDK olarak nükleer santralin kurulmasını kolaylaştırıcı düzenlemelerle nükleer başvurularının hukuki altyapısını hazırladıklarını belirten Köktaş, diğer taraftan Akkuyu NGS için üretim lisansı başvurusu yapan şirketin yatırım için gerekli teminat tutarında - yatırımlarını kolayca yapabilmelerine imkan verecek şekilde - azaltmaya gittiklerini (bu miktarı 157 milyon 500 bin TL.’ye indirdiklerini), bunca büyük bir yatırım için gerekli asgari sermaye tutarını da %5’lik sınırda tuttuklarını, şirketin talepleri doğrultusunda teminat mektubu vb. konularda da mektup içerikleriyle ilgili olarak da gerekli kolaylığı gösterdiklerini söyledi.

SUPERFİN: SEÇİLEN SAHA UYGUN
Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürü Alexander Superfin ise proje sahasında tamamlanan kapsamlı etüdler sonucu, seçilen yerin NGS inşaatı için uygun bir saha olduğunu söyleyebilecek duruma geldiklerini söyledi. Superfin, Rus uzmanların proje alanında uluslararası iş yapan yüklenici ve diğer şirket temsilcileriyle yürüttüğü sismik, meteorolojik ve diğer etkenleri ortaya koyacak kapsamlı çalışmayı bitirmiş durumda olduğunu belirterek, “Şu anda bu çalışmalarla ilgili nihai rapor hazırlanıyor. Ama şu ana kadar yapılan çalışmalar sonucunda seçilen sahanın NGS inşaatı için uygun bir saha olduğunu söyleyebiliyoruz.” dedi. 2013 yılının proje ile ilgili evrakların tamamlanıp, izinlerin alınacağı önemli bir safha olduğunu kaydeden Superfin, bu yıl içerisinde elektrik üretim lisansını alıp, inşaat lisansı alma yönünde çalışmalar yapmayı planladıklarını, ayrıca (Türkiye dahilinde) yatırımlara da ciddi anlamda başlanacağını belirtti. Projenin inşaat aşamasında yerli imalat ve sanayiden yararlanma konusunun kendileri için önem arzeden bir konu olduğunu ifade eden Superfin, projenin inşasıyla ilgili ve yine o süreçte gerekli olacak çeşitli ekipman ve malzemelerle ilgili yapılabilecek iş miktarının 6 milyar dolar karşılığı olacağı bilgisini vererek, “Bu miktarın hem yerli sanayici ve katılımcılar için, hem de Rusya’daki yatırımcılar için önemli bir unsur olduğunun altını çizmek istiyorum.” dedi.  

‘ULUSLARARASI GEREKLİLİK NEYSE YAPILIYOR’
TAEK Başkanı Zafer Alper da nükleer tesisler için gerekli ilave lisanslama ve denetleme süreçleri hakkında bilgi vererek, nükleer güvenliğin sağlanması için gerekenleri anlattı. Alper, “Gerek söküm konusunda, gerek atık konusunda şu anki uluslararası yaklaşımı tamamıyla takip ediyor, bu konularda uluslararası alanda ne yapılıyorsa birebir uyguluyoruz. Yani nükleer tesisi kurulumuyla ilgili bize sunulan tasarımın içerisinde atıkların yönetimiyle ilgili ‘yüksek düzeyde’, ‘orta düzeyde’ ve ‘düşük düzeyde’ planları mutlaka en başta, daha tasarım aşamasında görmek istiyoruz. Bir nükleer tesisin ömrü yaklaşık 60 yıl, sökümü de dikkate alırsak 70-80 yıldır. Eğer başta o sökümle ilgili plan iyi yapılmazsa, sonradan tasarımda bina içerisinde yapılacak birtakım değişikliklerle söküm zor hale gelebilir. Onun için, en baştan bir söküm planı gelecek, bu plan belirli aralıklarla, günün teknolojik ve mevzuattaki gelişmelerine paralel olarak güncellenecek ve bunun takibi yapılacaktır” dedi.

‘EN GÜVENİLİR KAYNAK NÜKLEER GİBİ GÖZÜKÜYOR’
EÜAŞ Genel Müdürü Halil Alış ise, enerji gereksinimi her geçen gün artan Türkiye’nin 2021 yılında düşük senaryoya göre 424,8 milyar kWh, yüksek senaryoya göre ise 467,3 milyar kWh elektrik enerjisi tüketeceğinin tahmin edildiğini belirtti. Geleceğe yönelik üretim planlamasına göre, mevcut bulunan 118 milyar kWh’lık linyit rezervi ve 140 milyar kWh’lık hidrolik kaynakların tamamı kullanılsa dahi, 2020 yılı düşük senaryodaki 424 milyar kWh’lık talebin karşılanamadığını kaydeden Alış, “Bu nedenle yenilenebilir enerji kaynaklarının yanısıra enerji kaynaklarını çeşitlendirerek ve özellikle yılın 8 bin saati devrede olan nükleer santrallere büyük ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bunu birisinin söylemesi gerekir. Gerek sistem operatörü olarak, gerekse üretici olarak diyorum ki; talep gereksinimini karşılamak için kaynağa ihtiyacımız var. En güvenilir kaynak da nükleer santral gibi gözüküyor” dedi.

“HALKIN KABULÜ OLMADAN, OLMAZ!”
TÜBİTAK Enerji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Murat Aydın, Türkiye nükleer teknoloji transferinde izlemesi gereken yol konusunda düşüncelerini aktardı. Nükleer teknolojide ilerleme kaydedebilmek için dört adet “zorunluluk”tan söz eden Aydın, öncelikle “sabit, sürekli ve kararlı bir siyasi irade” gerekliliğinin altını çizdi. Hindistan’ın bu sayede 1950’lerde başladığı yolculuk sonucunda, bugün “uranyum plütonyum yakıtlı, toryum blanketli rezervlerini kullanmak için, kendi dizayn ettiği reaktörü inşa etme noktasına geldiğini” belirten Prof. Dr. Aydın, nükleer sahada çalışacak nitelikli uzmanların eğitilmesinin de ikinci bir zorunluluk olduğunu söyledi. Nükleer enerjide araştırma çalışmalarına ağırlık vermek, faal olmayan araştırma tesislerini bir an önce kullanıma almak ve güncellemek gerektiğini de belirten Prof. Aydın, “Bu işin dördüncü ayağı da halkın kabulüdür. Halkın sahiplenmediği, arkasında durmadığı projeler uzun ömürlü olamaz. Bizde projeler genelde şu reaktörü mü seçsek, bu reaktörü mü seçsek temelinde tartışılıyor. Oysa halkı bu işin içerisine mutlaka bir oyuncu olarak katmak ve onu doğru kaynaklardan bilgilendirmek gerekiyor. Bunun için ilk önce daha yerel anlamda, reaktör kurulacak yerlerde, ondan sonra bölgesel ve ulusal ölçekli üç ayrı program kapsamında halk bilgilendirilmeli, bilinçlendirilmeli ve işin içine katılmalıdır” diye konuştu.

Haber Kaynağı için Tıklayınız..

İkinci nükleer santral geri sayım

Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) inşa sürecinde saha araştırmalarını tamamlayan ve yer lisansını teslim alan proje şirketinin üretim lisansı ve inşaat izniyle ilgili çalışmaları sürerken Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Sinop’ta kurulacak ikinci NGS projesinin hangi ülke tarafından üstlenileceği konusunun kısa sürede içinde netlik kazanacağını açıkladı.

alexandr superfinMimar ve Mühendisler Grubu ve Enerji Uzmanları Derneği işbirliğiyle Ankara’da düzenlenen “Nükleer Enerji ve Türkiye Süreci” paneline katılan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Sinop Nükleer Güç Santrali ile ilgili sürecin sonuna doğru gelindiğini, projeyle ilgilenen ülkelerin de bu son aşamada farklı atakları olduğunu vurguladı.
Yıldız, “Özellikle Japonya, Çin ve Güney Kore'nin taleplerimize daha farklı yaklaştıklarını gördük. Olumlu manada rekabetin hızlandığını söyleyebilirim. Yeni teklifler gelip de zamana ihtiyaç duyulmazsa inşallah kısa sürede kararımızı vereceğiz. Ancak Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda, Türkiye lehine yeni teklifler gelirse ve eğer zamana ihtiyaç olduğu ifade edilirse, o zamanı da kendilerine vereceğiz. Ama bir an önce bu kararı verip yeni bir yatırım alanı daha oluşturmak istiyoruz” diye konuştu.
Sinop NGS’yi yapacak firmaya üçüncü NGS’nin yer etüt çalışmalarının da verileceğini kaydeden Bakan Yıldız, böylelikle Sinop NGS kurulumu konusunda ilk başta Japonya ile başlatılmış olan görüşmelerin Fukuşima kazasından sonra askıya alınması nedeniyle kaybedilen bir yıllık süreyi telafi etmek istediklerini söyledi. Gelen her yeni teklifin titizlikle değerlendirildiğini belirten Yıldız, “Takdir edersiniz ki, 22 milyar dolarlık bir projeye üç tane imza ile karar verilemiyor. Her birinin gerek yargı süreçleri karşısındaki sorumlulukları, gerekse bütün bürokrasi ile ilişkili işlerinin doğru bir noktada bulunması lazım. O yüzden hükümetler arası anlaşma modelinin bu manada NGS’ler, vb. büyük projeler için çok doğru bir model olduğunu da bu vesileyle söylemek isterim” diye konuştu.
Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında son on yılda en fazla büyüyen ülke olduğunu belirten Yıldız, enerji sektörünün de büyümek zorunda olduğunu, nükleer santralleri de bu vizyonun bir parçası olarak değerlendirdiklerini belirtti. Bakan Yıldız, “Ancak NGS’lere sadece bir elektrik temini konusu olarak bakarsak hata etmiş oluruz. NGS’ler sayesinde Türkiye sanayileşmeyle alakalı hususlarda da bulunduğu seviyenin çok üzerine çıkacaktır. 30-35 yıl kadar önce iğneden ipliğe bütün girdilerini yurtdışından sağlayan ülkelerin şu anda NGS’lerle alakalı bir paket ihracına girdiklerini hep beraber gözlüyoruz. Dolayısıyla bu sabırlı olacağımız ve sonucunu net olarak alacağımız bir konudur.” dedi.

‘RUSYA’YA BAĞIMLILIK ARTMAZ AZALIR!’
Türkiye’nin doğal gazda bağımlı olduğu Rusya’ya nükleer santral süreci sonrası daha fazla bağlandığı eleştirilerini de cevaplandıran Bakan Taner Yıldız, “Bizim kurgumuza göre Rusya’ya bağımlılık NGS ile birlikte artmıyor, azalıyor. Çünkü biz 2019 yılında işletmeye alınacak olan Akkuyu’nun ilk ünitesinden sonra bunu Atatürk Barajı’nın, Keban Barajı’nın ürettiği elektriğin yerine ikame etmeyi değil, doğal gaz santrallerinde üretilen elektriğin yerine koymayı düşünüyoruz.” dedi. Akkuyu NGS ve Sinop NGS’nin üreteceği elektriğin toplamını doğal gaz ile üretebilmek için bugünkü parayla 7.2 milyar dolarlık gaz ithal etmek gerekeceğini kaydeden Yıldız, “NGS’lerle ürettiğimiz elektriği doğal gazın yerine koyarsak o zaman bu kadar ithalatı yapmamış olacağız. Dolayısıyla Rusya ile herşey dahil olarak anlaştığımız fiyatın yaklaşık 2035 yılına kadar fiyatının artmayacağı (eskalasyona tabi olmadığı), 2035 yılından sonra da şu ana kadar pek karşılaşılmayan “kârdan %20 hisse alınmasını” öngören bir model kurduk. Çünkü o zamana kadar projenin finansmanı geri dönecek ve maliyetler içerisindeki finansman yükü azalacak. Dolayısıyla proje şirketinin %20 kârdan hissesine Türkiye hazinesi olarak veya EÜAŞ olarak ortak olmuş olacağız” dedi.

‘NÜKLEER TERCİH DEĞİL ZORUNLULUK’
EPDK Başkanı Hasan Köktaş ise dünya çapında daima hararetle tartışılan, karşıt ve yandaş görüşleri çok keskin olan nükleer enerjinin, herşeye rağmen son 30 yılda en önemli enerji kaynaklarından biri haline geldiğini dile getirdi. Bazı ülkelerin elektrik üretiminde %50, hatta %70-75’ler mertebesinde kullandığı nükleer kaynağın doğası gereği tartışmanın bitmeyeceğini  söyleyen Köktaş, ekonomideki ve enerji talebindeki büyüme hızı ve mevcut enerji kaynaklarındaki kısıtlar dikkate alındığında, nükleer enerjinin Türkiye açısından bir ‘tercih’ değil, ‘zorunlu bir sonuç’ olduğunun altını çizdi. Bu anlayış doğrultusunda kendilerinin de EPDK olarak nükleer santralin kurulmasını kolaylaştırıcı düzenlemelerle nükleer başvurularının hukuki altyapısını hazırladıklarını belirten Köktaş, diğer taraftan Akkuyu NGS için üretim lisansı başvurusu yapan şirketin yatırım için gerekli teminat tutarında - yatırımlarını kolayca yapabilmelerine imkan verecek şekilde - azaltmaya gittiklerini (bu miktarı 157 milyon 500 bin TL.’ye indirdiklerini), bunca büyük bir yatırım için gerekli asgari sermaye tutarını da %5’lik sınırda tuttuklarını, şirketin talepleri doğrultusunda teminat mektubu vb. konularda da mektup içerikleriyle ilgili olarak da gerekli kolaylığı gösterdiklerini söyledi.

SUPERFİN: SEÇİLEN SAHA UYGUN
Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürü Alexander Superfin ise proje sahasında tamamlanan kapsamlı etüdler sonucu, seçilen yerin NGS inşaatı için uygun bir saha olduğunu söyleyebilecek duruma geldiklerini söyledi. Superfin, Rus uzmanların proje alanında uluslararası iş yapan yüklenici ve diğer şirket temsilcileriyle yürüttüğü sismik, meteorolojik ve diğer etkenleri ortaya koyacak kapsamlı çalışmayı bitirmiş durumda olduğunu belirterek, “Şu anda bu çalışmalarla ilgili nihai rapor hazırlanıyor. Ama şu ana kadar yapılan çalışmalar sonucunda seçilen sahanın NGS inşaatı için uygun bir saha olduğunu söyleyebiliyoruz.” dedi. 2013 yılının proje ile ilgili evrakların tamamlanıp, izinlerin alınacağı önemli bir safha olduğunu kaydeden Superfin, bu yıl içerisinde elektrik üretim lisansını alıp, inşaat lisansı alma yönünde çalışmalar yapmayı planladıklarını, ayrıca (Türkiye dahilinde) yatırımlara da ciddi anlamda başlanacağını belirtti. Projenin inşaat aşamasında yerli imalat ve sanayiden yararlanma konusunun kendileri için önem arzeden bir konu olduğunu ifade eden Superfin, projenin inşasıyla ilgili ve yine o süreçte gerekli olacak çeşitli ekipman ve malzemelerle ilgili yapılabilecek iş miktarının 6 milyar dolar karşılığı olacağı bilgisini vererek, “Bu miktarın hem yerli sanayici ve katılımcılar için, hem de Rusya’daki yatırımcılar için önemli bir unsur olduğunun altını çizmek istiyorum.” dedi.  

‘ULUSLARARASI GEREKLİLİK NEYSE YAPILIYOR’
TAEK Başkanı Zafer Alper da nükleer tesisler için gerekli ilave lisanslama ve denetleme süreçleri hakkında bilgi vererek, nükleer güvenliğin sağlanması için gerekenleri anlattı. Alper, “Gerek söküm konusunda, gerek atık konusunda şu anki uluslararası yaklaşımı tamamıyla takip ediyor, bu konularda uluslararası alanda ne yapılıyorsa birebir uyguluyoruz. Yani nükleer tesisi kurulumuyla ilgili bize sunulan tasarımın içerisinde atıkların yönetimiyle ilgili ‘yüksek düzeyde’, ‘orta düzeyde’ ve ‘düşük düzeyde’ planları mutlaka en başta, daha tasarım aşamasında görmek istiyoruz. Bir nükleer tesisin ömrü yaklaşık 60 yıl, sökümü de dikkate alırsak 70-80 yıldır. Eğer başta o sökümle ilgili plan iyi yapılmazsa, sonradan tasarımda bina içerisinde yapılacak birtakım değişikliklerle söküm zor hale gelebilir. Onun için, en baştan bir söküm planı gelecek, bu plan belirli aralıklarla, günün teknolojik ve mevzuattaki gelişmelerine paralel olarak güncellenecek ve bunun takibi yapılacaktır” dedi.

‘EN GÜVENİLİR KAYNAK NÜKLEER GİBİ GÖZÜKÜYOR’
EÜAŞ Genel Müdürü Halil Alış ise, enerji gereksinimi her geçen gün artan Türkiye’nin 2021 yılında düşük senaryoya göre 424,8 milyar kWh, yüksek senaryoya göre ise 467,3 milyar kWh elektrik enerjisi tüketeceğinin tahmin edildiğini belirtti. Geleceğe yönelik üretim planlamasına göre, mevcut bulunan 118 milyar kWh’lık linyit rezervi ve 140 milyar kWh’lık hidrolik kaynakların tamamı kullanılsa dahi, 2020 yılı düşük senaryodaki 424 milyar kWh’lık talebin karşılanamadığını kaydeden Alış, “Bu nedenle yenilenebilir enerji kaynaklarının yanısıra enerji kaynaklarını çeşitlendirerek ve özellikle yılın 8 bin saati devrede olan nükleer santrallere büyük ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bunu birisinin söylemesi gerekir. Gerek sistem operatörü olarak, gerekse üretici olarak diyorum ki; talep gereksinimini karşılamak için kaynağa ihtiyacımız var. En güvenilir kaynak da nükleer santral gibi gözüküyor” dedi.

“HALKIN KABULÜ OLMADAN, OLMAZ!”
TÜBİTAK Enerji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Murat Aydın, Türkiye nükleer teknoloji transferinde izlemesi gereken yol konusunda düşüncelerini aktardı. Nükleer teknolojide ilerleme kaydedebilmek için dört adet “zorunluluk”tan söz eden Aydın, öncelikle “sabit, sürekli ve kararlı bir siyasi irade” gerekliliğinin altını çizdi. Hindistan’ın bu sayede 1950’lerde başladığı yolculuk sonucunda, bugün “uranyum plütonyum yakıtlı, toryum blanketli rezervlerini kullanmak için, kendi dizayn ettiği reaktörü inşa etme noktasına geldiğini” belirten Prof. Dr. Aydın, nükleer sahada çalışacak nitelikli uzmanların eğitilmesinin de ikinci bir zorunluluk olduğunu söyledi. Nükleer enerjide araştırma çalışmalarına ağırlık vermek, faal olmayan araştırma tesislerini bir an önce kullanıma almak ve güncellemek gerektiğini de belirten Prof. Aydın, “Bu işin dördüncü ayağı da halkın kabulüdür. Halkın sahiplenmediği, arkasında durmadığı projeler uzun ömürlü olamaz. Bizde projeler genelde şu reaktörü mü seçsek, bu reaktörü mü seçsek temelinde tartışılıyor. Oysa halkı bu işin içerisine mutlaka bir oyuncu olarak katmak ve onu doğru kaynaklardan bilgilendirmek gerekiyor. Bunun için ilk önce daha yerel anlamda, reaktör kurulacak yerlerde, ondan sonra bölgesel ve ulusal ölçekli üç ayrı program kapsamında halk bilgilendirilmeli, bilinçlendirilmeli ve işin içine katılmalıdır” diye konuştu.

Haberin Kaynağı için Tıklayınız..

Düşük karbon ekonomisini ‘nükleersiz’ yaratmak mümkün mü?

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) araştırmacılarından Yen-Heng Henry Chen, halen üç nükleer santrale sahip olan, dördüncüsünü hayata geçirme hazırlığındaki Tayvan’da olup bitenleri mercek altına alarak, düşük karbon ekonomisini ‘nükleer enerji olmadan’ yaratmanın mümkün olup-olamayacacağını araştırdı..


nukleer_karbon2011 Fukuşima felaketi sonrasında Japonya ve Almanya’nın da içlerinde bulunduğu bazı ülkelerde gündeme gelen nükleer tesislerin sayısını azaltma ya da bunları kapatma planları, nükleerin yerinin nasıl doldurulacağı konusunda dünya çapında bir tartışmanın da fitilini ateşledi. Yen-Heng Henry Chen’in anavatanı olan Tayvan, nükleer enerjinin geleceği üzerine hararetli tartışmalara sahne olan o ülkelerden biriydi. MIT araştırmacısı Y.H. Chen, ülkesinin nükleer enerji politikalarında gündeme gelebilecek değişikliklerin, ülke ekonomisini ve emisyon azaltım stratejilerini ne yönde etkileyeceğini araştırmaya koyuldu…
“Emisyon azaltım hedefini gerçekleştirmede nükleer enerji devre dışı bırakılıp, ‘karbon vergisi’ ve (gaz ve kömüre dayalı santrallerde) ‘karbon tutma ve depolama’ (CCS) teknolojisine ağırlık verilmesi nasıl sonuç verir?” sorusuna yanıt arayan Chen, akademik çevrede “nükleersizlik” ve “düşük karbon politikaları” arasındaki etkileşim üzerine yapılmış araştırma sayısının “yok denecek kadar az” olduğunu anımsatarak şunları söylüyor:
“Tayvan küçük bir ekonomiye ve sınırlı doğal kaynaklara sahip. Bu durum onu, karbon emisyonlarını ‘nükleer santrallerle’ veya ‘nükleer santralsiz’ azaltma yollarını araştıran diğer ülkeler için de ilgi çekici bir ‘örnek olay’ haline getiriyor. Anketler Fukuşima kazasından sonra Tayvan halkının %60’tan fazlasının yeni bir nükleer santralin yapımına karşı çıktığını ortaya koyuyor. Ben de bu noktada, nükleer enerjinin devre dışı bırakılması veya nükleer güçte azaltıma gidilmesinin ülke ekonomisi ve ülkenin emisyon azaltım hedefleri açısından ne anlam taşıyacağını araştırdım.”
TAYVAN’IN KARBON EMİSYONUNDA 2050 HEDEFİ
Tayvan hükümeti ülkenin karbon emisyonlarını 2050 yılına kadar (2000 yılı seviyesine göre) yarı yarıya azaltmayı hedefliyor. Planladıkları yol, bunu nükleer enerji aracılığıyla gerçekleştirmek. Ülke, şu anda üç adet nükleer güç santraline sahip. Bir dördüncüsünü de 2015 yılında devreye almayı planlıyor. Bu yoğun nüfuslu ülkede, mevcut üç nükleer santralin çevresinde bulunan 50 millik alan içerisinde 9 milyondan fazla insan yaşıyor. Tayvan, topoğrafya ve fay hatları bakımından Japonya’yla benzer özellikler taşıdığı için, bu yeni nükleer santral – ve onu izleyebilecek diğerleri – hakkında “nükleer enerjinin güvenilirliği” ile bağlantılı kaygılar sıkça dile getirilmeye başlanmış…
Tayvan mevcut durumda enerjisinin %99’unu ithal ediyor. Petrol, doğal gaz, kömür ve nükleer de buna dahil. Güneş, rüzgar ve hidro gibi düşük karbonlu alternatif enerji olanakları da sınırlı olduğu için Chen, karbon emisyonlarını azaltacak diğer yöntemleri (karbon vergisi ile karbon tutma ve depolama [CCS] teknolojisini) esas alarak analizini geliştirmiş. Ulaştığı sonucu şöyle aktarıyor:
“Düşük karbon ekonomisi, ‘nükleersiz’ yürürlüğe konduğunda, eğer CCS teknolojisi devreye alınmamışsa (ki CCS, henüz büyük ölçekli uygulamada uygun maliyetli değil), Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) 2050 yılında yaklaşık %20 oranında düşüyor. Karbon tutma ve depolama teknolojisi daha maliyet etkin olabilse ve düşük karbon stratejisine eklenebilseydi, bu durumda GSYİH ’dan daha az eksilecekti. Yaptığım hesaplamaya göre, düşük karbon politikasını izlemenin ‘en ucuz’ yolu, kömür kaynaklarını karbon tutma ve depolama (CCS) teknolojisini kullanarak değerlendirirken, bir taraftan da nükleer kapasiteyi genişletmek olacaktır. Nükleer kapasite bugünkünün üç katına çıkar ve CCS seçeneği de fizibıl olursa, 2050 yılında GSYİH kaybı yaklaşık %5 azaltılmış olacaktır. Nükleer enerjinin ve CCS teknolojisinin bulunmayacağı bir ortamda ise Tayvan’ın, eğer düşük karbonlu bir çevre elde etme konusunda ciddi ise endüstrisini ‘enerji yoğunluğu’ daha düşük bir yapıya dönüştürmekten başka çaresi yok. Zira Tayvan’da enerji talebinin neredeyse yarısı sanayi sektöründen geliyor.”
Yen-Heng Henry Chen, nükleer elektrik üretiminin Tayvan’da ve dünyada giderek ‘daha az uygun’ bir çözüm olmaya doğru gittiğini, uluslararası emisyon ticareti sistemine katılımın, enerji maliyetlerini sanayi sektörü ve tüketiciler için daha uygun hale getirebileceğini söylüyor.
AB’NİN DÜŞÜK KARBON STRATEJİSİ VE NÜKLEER
Aynı konu, Avrupa Birliği tarafından da değerlendirmeye alınmış durumda. Düşük karbon ekonomisine geçişte nükleer fisyonun etkileri, geçen yıl Avrupa Komisyonu öncülüğünde çok sayıda bilim insanı ve uzmanın katılımıyla Avrupa çapında gerçekleştirilen disiplinler arası çalışmada ele alındı. O çalışmaya katılan isimlerden biri olan, İspanyol Nükleer Enerji Forumu Başkanı María Teresa Dominguez, 2013 Şubat’ında Brüksel’de gerçekleştirilen sempozyumda, “mevcut nükleer tesislerde güvenlik artırıcı önlemlerin hayata geçirilmesi ve 100’ü aşkın yeni nükleer ünitenin (özellikle Orta Avrupa, İngiltere, Finlandiya ve diğer ülkelerde) gelecek yıllarda inşa edilmesinin AB’nin düşük karbon stratejileriyle uyumlu olduğunu” söylüyordu.
Dominguez’in verdiği bilgiye göre, 2011 yılında Avrupa Birliği ülkelerinde var olan 150 civarındaki nükleer güç santralinin 130’u faal durumdaydı. Bunların toplam kapasitesi 125 GW’ı buluyor. Ancak Japonya’da yaşanan Fukuşima kazası AB’nin nükleer politikasında değişikliğe zemin hazırladı. Bazı ülkeler nükleer santrallerini kapatma kararı aldılar. Almanya’da son nükleer ünitenin 2025 yılında kapatılması planlanırken, Belçika tüm ünitelerini 2015-2025 arası kapatmayı planlıyor. Diğer ülkelerde ise var olan nükleer santrallerin ömrünü uzatmaya yönelik yatırımlar gündemde bulunuyor. Fukuşima sonrası stres testleri de yapılması planlanan bu çalışmalar arasında.
Günümüzde Avrupa Birliği’nde tüketilen elektriğin %30’a yakın bölümü ile endüstriyel uygulamalar ve bölgesel ısıtma için gerekli proses ısısının küçük bir bölümünün nükleer enerjiden elde edildiğini belirten María Teresa Dominguez, 1957 yılından bu yana Euratom Anlaşması ile desteklenen nükleer enerjinin geliştirilmesi konusunun, Birliğin oluşumu sürecinde de ana unsurlardan biri olmaya devam ettiğini vurgulayarak, “Nükleer, sağlayacağı katkıya güvenilebilen, öngörülebilir, temiz, rekabetçi ve ekonomik bir baz yük enerji kaynağıdır. Avrupa Birliği’ne çevre, ekonomi ve büyüme boyutunda da olumlu katkıları oluyor. AB üyesi ülkelerde nükleer sektörde yaklaşık 500 bin kişi doğrudan ya da dolaylı olarak istihdam edilmekte. Ayrıca yarattığı 400 bin türev iş de hesaba katılacak olursa, toplamda 900 bin dolayında insanın nükleer enerji bağlantılı faaliyetlerde istihdam edildiğini söyleyebiliriz. Nükleerin Avrupa ekonomisi için yarattığı katma değerin yıllık 70 milyar Avro olduğu tahmin ediliyor” diyor.
2050 İÇİN FARKLI SENARYOLAR
Avrupa Birliği’nin 2050 yılına yönelik Enerji Yol Haritası’na nükleer perspektiften bakıldığında farklı “karbonsuzlaştırma” senaryoları görülebileceğini belirten Dominguez, nükleerin 2050 yılına kadar “aşama aşama devre dışı bırakılması” tasarımını içeren senaryoya karşın, Avrupa Birliği elektriğinin -20’sinin nükleer enerjiden üretileceği varsayımına dayandırılmış üç ayrı senaryo daha olduğunu belirtiyor ve şöyle konuşuyor:
“Avrupa Komisyonu, üye devletlerin nükleer enerji kullanıp kullanmaması konusunda tarafsız bir yaklaşım geliştiriyor. 2050 Enerji Yol Haritası da Avrupa’da nükleer enerjinin gelecekte kaydedeceği gelişim konusunda bir tahmin ya da öneriye yer vermiyor. Ancak farklı senaryolar içeriyor. Halen inşa halinde olan nükleer santrallerin 2050 yılında kullanımda olması, şu an var olanların ise ömürlerini tamamlamış olması ve yerlerine yenilerinin konmaması varsayımına dayanan senaryonun gerçekleşmesi halinde nükleer, AB’nin birincil enerji tüketiminin %3’ten daha az bir kısmını karşılayacak. (şu an ’ünü karşılıyor) Diğer senaryo, karbon tutma ve depolama (CCS) teknolojisinin enerji miksi içine gecikmeli girişinin muhtemel etkilerini araştırıyor. Bilindiği gibi, CCS teknolojisi, gaz ve kömüre dayalı elektrik üretim tesislerinden atmosfere yayılan CO2 emisyonlarının tutulması ve depolanmasına olanak veriyor. Üye ülkelerde CCS teknolojisinden tam olarak yararlanmak mümkün olabilirse, nükleere dayalı elektrik üretiminin daha da büyük bir rol oynayacağı tahmin ediliyor. Bu senaryonun gerçek olması durumunda, nükleerin 2050 yılında enerji tüketimi içindeki payının hemen hemen 2005 yılındaki seviye ile aynı olacağı öngörülüyor ('e karşı ). Nükleer enerjinin payı elbette ki üye devletlerin kararlarına bağlı olarak, daha yüksek olabilecektir.”
2050’YE KADAR 100-120 YENİ NGS
2050 yılında Avrupa Birliği’nin toplam elektrik üretim kapasitesinin %20’si (140 GW) nükleere dayalı olacaksa, o tarihe dek 100-120 nükleer güç santralinin inşa edilmiş olması gerektiğini belirten Dominguez, “Kuvvetle muhtemeldir ki, nükleer enerjiye bel bağlayan ülkeler yeni santraller inşa etmeden önce, mevcut nükleer tesislerinin çoğunu (2015 – 2035 yılları arasında) ‘iyileştirme’ programlarına sokacaklar. Bu durumda faal haldeki santrallerin çoğunun 2030-2050 yılları arasında kapatılması gerekiyor. Aynı periyotta yeni NGS’lerin de şebekeye bağlanmış olması lazım. Yedi yıllık bir inşaat süresi varsayarsak, yeni santral inşaatlarının büyük bölümü 2025-2050 arasında gerçekleşecektir” diyor.  
Avrupa Birliği’nin günümüzdeki sera gazı emisyonlarının yıllık yaklaşık 4,5 milyar ton karbondioksit eşdeğeri (500 milyon yurttaş / yıllık kişi başı 9 ton) olduğunu anımsatan İspanyol Nükleer Enerji Forumu Başkanı Dominguez, “2050 yılında AB elektrik üretiminin %20’sinin nükleer enerjiye dayanması, (‘karbon yakalama ve depolama’ teknolojisi olmadan taş kömürünün kullanıldığı en kötü durum senaryosuyla karşılaştırıldığında) karbondioksit emisyonlarında yıllık 840 milyon tonluk tasarruf sağlayacaktır” diye konuşuyor.
Nükleer enerji faaliyetlerinin Birlik ülkelerine sosyo-ekonomik faydası da olacağını söyleyen Dominguez, yeni bir reaktör yapımının ortalama 6 milyar euro, tesis ömrünü uzatmaya yönelik iyileştirme projelerinin ise (tesis başına) 900 milyon euro gerektirdiğini anımsatarak, “En mütevazı rakamlarla söylemek gerekirse; iyileştirmeler için toplamda 90 milyar, yeni reaktörler için ise 600 milyar Avro’luk yatırım, 20 yıllık bir süreçte 300 bin yeni iş olanağı anlamına gelecektir” diyor…
KOJENERASYONLA DAHA ÇOK KARBONSUZLAŞMA
Elektrik üretimi haricinde büyük ölçekli nükleer kojenerasyon uygulamalarıyla da “daha fazla karbonsuzlaşma” sağlanabileceğinin altını çizen İspanyol Nükleer Enerji Forumu Başkanı María Teresa Dominguez, nükleer kojenerasyonun düşük sıcaklıklarda kanıtlanmış bir teknoloji olduğunu ve Avrupa genelinde halen su soğutmalı 13 ayrı reaktörün bölgesel ısıtma veya proses ısıtması için buhar tedarik eder durumda olduğunu anımsatarak, “Avrupa’da özellikle 250-550 °C aralığında çok büyük endüstriyel ısı pazarı mevcut. Karbonsuzlaştırma stratejisinin bir unsuru olarak nükleer enerji potansiyelinden yararlanılması, o nedenle hem elektrik sektörü için hem de endüstriyel proses ısı piyasası için son derece önemlidir” diyor.
Dominguez, karbon tutma ve depolama (CCS) teknolojisi ve yenilikçi yenilenebilir teknolojilere dayalı kurulumları desteklemek amacıyla kurulmuş olan; Avrupa Birliği’nin karbonsuzlaşma stratejisinin önemli destekleyicilerinden Yeni Katılımcılar Rezerv Fonu’nun (NER300) nükleer enerjiyi kapsayacak şekilde genişletilmesi önerisinde de bulunuyor.

Kanalizasyon suyundaki bakteriyle elektrik üretildi!

atik_su_elektrikOregon Devlet Üniversitesi’nin Biyolojik ve Ekolojik Mühendislik Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hong Liu ve ekibince yürütülen, çığır açmaya aday çalışmada mikrobiyal yakıt hücreleri kullanılarak kanalizasyon suyundan elektrik üretmenin gelişmiş yöntemleri keşfedildi. Lağım suyunun geçmişteki “aerobik bakteri” yönteminden çok farklı bir yaklaşımla temizlendiği yeni teknolojide elektrik enerjisinin elde edilmesi, organik maddeyi okside eden bakterinin sürecin sonraki aşamasında yakıt hücresi içinde anottan katota doğru hareket eden elektronlar üretmesiyle oluyor.
Geliştirilen yeni yöntemle şu anda, mikrobiyal yakıt hücrelerinin kullandığı diğer yöntemlerin çoğundan birim hacim başına 10-50 kat, bazılarından ise 100 kat daha fazla elektrik üretilebiliyor. Bu yöntemin ilerde atık su arıtma tesislerinde kullanıma girmesiyle hem tesisin kendi elektrik gereksinimi “kendi içinde” karşılanacak, hem de üretilecek fazla elektriği şebekeye satma imkânı doğacak. Uzmanlar geliştirilen yeni yöntemin, kanalizasyon suyunun arıtımında yaklaşık 100 yıldır kullanılan “aktif çamur” yönteminin yerini ‘eninde sonunda’ alacağını söylüyorlar. Bu sayede kanalizasyon atık suyu etkin şekilde temizlenirken kayda değer miktarda elektrik de üretilmiş olacak.

SÜRDÜRÜLEBİLİR ENERJİYE KATKI SUNACAK
Doç. Dr. Hong Liu, araştırmada ulaşılan sonuçları Amerikan Ulusal Bilim Vakfı’nca desteklenen “Enerji ve Çevre Bilimi” dergisinde yayımladı. Hong Liu, “Bu teknoloji bizim düşündüğümüz gibi ticari ölçekte yaygınlaştığında, atık su arıtımı büyük miktarda enerji tüketen bir işlem olmaktan çıkıp, tam tersine büyük miktarda enerji elde edebileceğimiz bir işlem haline gelecek. Bunun da büyük harcamaların önüne geçilmesi, daha nitelikli atık su arıtımı ve enerjide sürdürülebilirliğe katkı boyutunda dünya çapında etkileri olacak” diyor.
Uzmanlar, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde elektrik enerjisinin yaklaşık %3’ünün atık su arıtımında kullanıldığını tahmin ediyor ve bu elektriğin büyük bölümünün küresel ısınmaya katkı yapan fosil yakıtlardan elde edildiğini vurguluyorlar. Buna karşın biyolojik parçalanabilirlik özelliği sayesinde atık su, içerdiği potansiyelin tümüyle değerlendirilebilmesi halinde, teorik olarak, şu an işlemden geçirilmesi için harcanan enerjinin misliyle fazlasını hiçbir ilave sera gazı emisyonuna yol açmadan sağlama imkanı sunuyor. Oregon Devlet Üniversitesi araştırmacıları bu teknolojinin sunduğu olanakları birkaç yıl önce -araştırmanın ilk evresinde- duyurmuştu. Ancak o tarihte şimdikinden çok daha az elektrik üretebilmişlerdi. Anot-katot aralığının azaltıldığı, evrimleşmiş mikroplar ve yeni separatör (ayırıcı) malzemelerinden oluşan yeni konsept sayesinde sıvı reaktör hacminin her metreküpü başına 2 kilovat daha fazla elektrik üretilebilir hale gelindi.

MALİYETİ DÜŞÜRMEK İÇİN ÇALIŞIYORLAR
Araştırma ekibi, bu sistemin atık sudan elektrik üretiminde kullanılan (metan gazı üretimine dayalı) “havasız ortamda çürütme” (anaerobic digestion) yönteminden daha iyi çalıştığını, teknoloji kaynaklı çevresel dezavantajların hiçbirine (sera gazı etkisine sahip metan veya hidrojen sülfür gibi istenmeyen emisyonlarına) yol açmadığını ve atık suyu çok daha etkin şekilde arıttığını özellikle vurguluyor.
Doçent Hong Liu, sistemin laboratuar ortamında önemli ölçüde kanıtlanmış olduğunu, sıranın pilot tesiste yapılacak denemeye geldiğini belirterek, “Böylesi bir deney için ilk başta, belirli atık su türlerini düzenli şekilde üreten, dolayısıyla anlamlı miktarda elektrik üretimi gerçekleştirebileceğimiz bir gıda işleme tesisi en iyi aday olacaktır” diye konuşuyor.
Araştırmanın sonraki aşamasında gerekli mikropların en uygun şekilde kullanılması, malzeme giderlerinin azaltılması ve teknolojinin ticari ölçeğe uygun şekilde geliştirilmesi üzerinde durulacak. İlk aşamada yüksek başlangıç maliyetlerini azaltma konusu üzerinde duran araştırmacılar, bu yeni teknolojinin kurulum maliyetinin, günümüzde yaygın olarak kullanılan “aktif çamur” sistemlerinin maliyetiyle rekabet edebilir olması gerektiğini belirtiyor; böyle bir sistemin ilerde (üreteceği fazla elektriğin satışından elde edilecek gelirler de hesaba katılırsa) çok daha ucuza geleceğini düşünüyorlar. Bu yöntemin, elektriğe erişimin sınırlı olduğu, dolayısıyla atık su arıtımının güç, hatta olanaksız olduğu gelişmekte olan ülkeler için özellikle önem taşıdığı vurgulanıyor.

İKİNCİL ÜRÜN: BİYOPLASTİK
Atık sudan elektrik üretiminin yanısıra ikincil ürün olarak ‘toprakta çözünebilir’ plastik üretmeye yönelik çalışmalar da devam ediyor. Mühendisler bu süreçte ortaya çıkacak metan gazını biyoplastiğe dönüştürecek bir yöntem üzerinde çalışıyor. Organik maddelerden üretilen “rüya plastik” toprakta kolayca parçalanabilecek. Şu anda bakteri kaynaklı polyesterler arasında bulunan (ameliyat eldiveni, kan torbası gibi tıbbi ürünlerin yapımında kullanılan) polihidroksialkanoat (PHA) plastikler en iyi seçim gibi görünmekle birlikte, onlar da şekerle beslenen, genetik olarak değiştirilmiş bir bakteri tarafından üretiliyor; dolayısıyla geleneksel plastikle rekabeti zorlaştıran karmaşık ve pahalı bir prosesten geçmeleri gerekiyor.
Geçmişte araştırmacılar atık su arıtımının yan ürünlerini yakıt üretmekte, hatta plastik üretiminde de kullanmışlardı. Ama bu girişimlerin hemen hepsi, birçok farklı bileşeni bir araya getiren katı atık ve kimyasallar ile kanalizasyon tortusu üzerine odaklanmıştı ve bu şekilde üretilen plastiğin “pek dayanıklı olmaması” yaygın yakınma konusuydu. Şimdilerde California’da bir grup araştırmacı yine aynı iş için kolları sıvadı. Ama bu defa sürecin bir diğer yan ürünü olan metanın plastiğe dönüştürülmesi hedefleniyor. Metan ile beslenen basit organizmalar olan ‘metanotrop’ların metanı polimerlere dönüştürme konusunda, şekeri plastiğe dönüştüren tipik bakterilere göre çok daha başarılı oldukları fark edildi. Metanotropların bulunduğu bir sarnıcın içine, atık su arıtma tesisinde oluşmuş metan, oksijen kabarcıkları ve diğer birkaç besleyici madde ile birlikte pompalanıyor. Sonuç: Bakteri kütlesinden ayrılabilen ve ticari plastik ürünler halinde şekillendirilmek üzere granül haline getirilebilen bir polimer tozu.
Atık su kökenli bu plastiğin ambalaj malzemesinden güzellik ürünlerine kadar geniş bir yelpazede, tek kullanımlık ve süreli uygulamaların her çeşidinde kullanılabileceği düşünülüyor. California’daki Stanford Üniversitesi’nden Craig Criddle, metanın kendisi yakıt olarak satıldığında 3-4 kilogramıyla 60-80 dolar cent getirisi olacağını, oysa aynı miktarda metanın 1 kilogram plastiğe dönüştüğünde 4-5 dolar kazanç sağlayacağını vurgulayarak, “Biyogazın plastiğe dönüşümünde gerçekten büyük bir katma değer söz konusudur.” diyor.

ABD’DE KANALİZASYONLAR 4 SANTRALİN ELEKTRİĞİNİ TÜKETİYOR
Bakterilerin elektrik üretme yeteneği on yıllardır biliniyordu. Ancak günümüzün teknolojik gelişmeleri, onların bu yeteneğini ticari kullanıma elverecek şekilde değerlendirmeye olanak tanıdı. Kanalizasyon atık suyu, bünyesindeki organik moleküllerle bağlantılı büyük miktarda enerji içeriyor. Ancak bu enerjiyi açığa çıkarmak hayli güç. Oregon Devlet Üniversitesi araştırmacıları, atık suyun içerdiği organik maddeleri parçalayan bakterilerle elektrik üretmeyi başardı.
Kanalizasyon sularının arıtılması, son derece yoğun enerji tüketen bir işlem. Bunun için örneğin ABD’de her yıl ülkenin en büyük enerji santrallerinden dördünün ürettiği elektriğin toplamı kadar enerji tüketiliyor. Ama yakında bu işlem böylesine pahalı olmaktan çıkacak. Atık su arıtma tesisleri hem kendi maliyetlerini karşılar ve hem de şebekeye kayda değer miktarda elektrik satar hale gelecek.

Haberin Kaynağı için Tıklayınız..

Yüzen elektrik santrali dünyanın gözdesi

Pakistan’da alıkonulmasıyla gündeme gelen yüzen santrallar, aslında dünyada türünün tek örneği. Gittiği ülkelerde, elektrik şebekesinde bağlanıp, kesintisiz şekilde elektrik verebilen gemilerden dünyanın farklı bölgelerinde altı adet bulunuyor. Ancak gemilere olan talep öyle yoğun ki, sadece bu konu için Türkiye’ye görüşmeye gelen Bakanlar bile var.


karadeniz_power_shipKaradeniz Holding’in yüzen enerji santrali, bir süre önce Pakistan’daki el koyma olayıyla gündeme geldi. Lakin yaşanan tatsız olay, şirketin bu sektördeki hızını kesmedi. Dünyadaki artan elektrik talebi göz önüne alındığında, müthiş bir pazar olduğunu ifade eden şirket yetkilileri, mevcut altı gemilerine ek beş gemi daha inşa ettiklerini belirtiyor. En küçüğü 110 MW gücünde olan gemi üzerindeki santraller, gittikleri ülkelerde şebekeye bağlanıp, elektrik sağlıyorlar.
ORTADOĞU’NUN FAVORİSİ
Dünyada gemi üzerinde jeneratör projeleri bulunduğunu, ancak kendi modellerinin türünün tek örneği olduğunu söyleyen Karadeniz Holding Ticari Operasyonlar Grup Başkanı Nuray Atacık, “powership” adını verdikleri gemilere özellikle Ortadoğu’dan yoğun ilgi olduğunu vurguladı. Bu bölgedeki hemen hemen her ülkeden talep aldıklarını söyleyen Atacık, şunu söyledi: “Şu anda yedi ülkeyle görüşme halindeyiz, iki-üç ülkeyle de anlaşmak üzereyiz. Son olarak Lübnan’a 205 MW’lık Fatmagül Sultan enerji gemisini gönderdik. Haziran’da bir gemi daha göndereceğiz. Burada üç yıllığına 270 MW kurulu güç için 400 milyon dolar değerinde bir kontrat imzaladık.”
BİR KARAKAYA BARAJI
Altı geminin toplam kurulu gücü bugün bin MW düzeyinde. Beş gemi daha eklendiğinde, kurulu güç bin 800 MW’a çıkacak. Bu da Karakaya Barajı’nın kurulu gücüne denk geliyor. Gemilerin bugün işletmede olduğu ülkelere bakıldığında, Irak, Lübnan, Pakistan gibi elektrik talebi hızla artan yerler olduğu dikkat çekiyor. Yüzen santrali cazip kılan bir unsur da 90 güne kadar teslim edilebilmesi. Atacık, yüzen jeneratör projeleriyle en büyük farklarının ise süreklilik ve sabit yakıt tüketimi olduğunu vurguladı. Atacık, ülkelere “Şu kadar elektriği, şu kadar yakıt yakarak, şu kadar maliyetle teslim edeceğiz” dediklerini kaydetti.
Adım adım ‘powership’
• Yüzen santrallar Tuzla’daki Sedef Tersanesinde Türk mühendislerce inşa ediliyor.
• 100 ila 300 MW kurulu gücündeki yüzen santral gemisi, 90 gün içinde teslim edilebiliyor.  
• Santral, hem baz yük, hem pik saatlerde kullanıma uygun şekilde çalışabiliyor.
• Yakıt olarak doğalgaz veya fuel oil ile kullanılabiliyor. Yakıt teminini anlaşma yapılan ülke sağlıyor. Yakıt, tankerler, boru hattı veya deniz yoluyla gemiye verilebiliyor.
• Gemilerdeki ana teknik ekip Türkiye’den gidiyor. Şu an 6 gemide 350 Türk çalışıyor.
• Denizde gel-git yaşandığında kımıldamaması için geminin üzerinde 12-18 bağlama noktası bulunuyor. Gemi, gittiği yere özel bir bağlama yöntemi ile kara santrali gibi bağlanıyor. Bu modelin geliştirilmesinde Türklerin yanısıra Hollandalı ve Japon mühendislerle uzun süre çalışılmış.
• Gemi üzerinde yüksek gerilim şalt sahası, yakıt deposu ve personel yaşam mahali yer alıyor.

Kaynak: Hürriyet

Abu Dabi’den 12 milyar dolarlık enerji yatırımı geliyor

Afşin ilçesinde bilgilendirme toplantısı düzenleyen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Abu Dabi Emirliği Ulusal Enerji Şirketi TAQA yetkilileri,  Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesine 12 milyar dolarlık termik santral yatırımı yapacaklarını açıkladı.


termik_santral_tomTAQA Türkiye Temsilcisi Tom Teerlynck, Afşin Kaymakamlığı’nda düzenlenen toplantıda, şirketinin enerji sektöründe uluslararası alanda faaliyet gösterdiğini söyledi.
Türkiye’ye sadece ekonomik nedenlerle gelmediklerini ifade eden Teerlynck, şöyle konuştu: ”BAE ile Türkiye arasında iyi ilişkiler var. Her iki hükümet bu projeye büyük önem veriyor. Türkiye’de sadece bu yatırımla değil, hidroelektrik santralleri, rüzgar enerjisiyle de ilgileniyoruz. Ama en önemli yatırımımız bu olacak. En önemli hedefimiz bu projeye başlamak ve bitirmek.” Söz konusu yatırım kapsamında ilk olarak Afşin-Elbistan B Termik Santrali’nin devrini alacaklarını anlatan Teerlynck, daha sonra ise C, D, E ve G termik santralini kurmak istediklerini dile getirdi.
Teerlynck, yatırımı EÜAŞ ile yapacaklarını ifade ederek, C termik santralinin fizibilite çalışmalarına başladıklarını söyledi. Santralin kurulu gücünün yaklaşık bin 400 megavat olacağını belirten Teerlynck, şunları kaydetti: ”Buradaki çalışmamız ise B termik santralini devraldıktan sonra başlayacak. İnşaata 2014’ün ikinci yarısında başlamayı düşünüyoruz. Bir santrali tamamlamak ve geliştirmek yaklaşık 4-5 yılımızı alacak. Her bir santralin inşaat aşamasında 4-5 bin kişi çalışacak. Üç santrali düşündüğümüzde 12-15 yılda sadece inşaatta 12 bin kişi istihdam edilecek. Bütün bu inşaat süreci bittikten sonra C, D, E ve G santrallerinde yan sanayi hariç yaklaşık 10 bin kişiye doğrudan istihdam sağlanacak.”
Teerlynck, yatırımların maliyetinin yaklaşık 12 milyar dolar olacağını ve çevre konusuna önem verdiklerini belirterek, santralleri yaparken uluslararası çevre firmalarından faydalanacaklarını vurguladı.

Çalışma süresince Türkiye’deki yerli kaynakları sonuna kadar kullanacaklarını dile getiren Teerlynck, ”Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile temasımız sürüyor. Afşin-Elbistan bölgesindeki insanlardan ne alabiliriz, nasıl hizmet alabiliriz, bunları tartışmaya ve konuşmaya açığız. Bütün bunları yaparken buradaki halkla iç içe olmayı ve yapılacak çalışmaları önceden halka bilgi vererek ve hiçbir şeyi saklamadan yapacağız. Öncelikle burada yaşayanları mutlu edip başarılı olmak istiyoruz” diye konuştu.

Kaynak: Milliyet

Yunanistan'ın umudu Akdeniz'deki enerji


Doğu Akdeniz ve Ege'deki enerji rezervlerine dikkat çeken Yunanistan Başbakanı Samaras, bu enerjilerin birçok ülkenin konumunu güçlendireceğini söyledi 


Dünya Bülteni / Haber Merkezi
Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras, Ege ve Doğu Akdeniz bölgelerindeki enerji kaynakları nedeniyle yakın gelecekte bölgedeki birçok ülkenin konum ve rolünün önem kazanacağını belirterek, Yunanistan'ın da bu ülkeler arasında yer alacağını söyledi.
Samaras, Yunan Ta Nea gazetesine verdiği demeçte enerjiyle ilgili araştırmalarda elde edilen ilk bulgulara göre, ülkesinin deniz alanlarındaki enerji kaynaklarının birkaç yıl içerisinde Avrupa'nın enerji ihtiyaçlarının bir bölümünü karşılayabilir duruma getirilebileceğini belirtti.
Kıbrıs adası açıklarında ve İsrail'in deniz sahasında tespit edilmiş rezervlerle birlikte bölgenin gelecekte Avrupa'nın önemli bölümünün doğalgaz ihtiyacını karşılayabileceğini söyleyen Samaras, "Avrupa'nın enerji ikmali ABD'yi de ilgilendiriyor. Bu konudaki gelişmelere göre bölgedeki birçok ülkenin konumu ve rolü önem kazanacaktır. Yunanistan, kesinlikle bu ülkelerin içerisinde yer alacaktır" dedi.
Samaras, 8 Ağustos'ta gerçekleştireceği ABD ziyaretiyle ilgili beklentilerin neler olduğuna ilişkin bir soru üzerine, ülkesinin Doğu Akdeniz'de istikrar konusunda ABD ile aynı endişeleri paylaştığını ifade etti.
ABD Başkanı Barrack Obama ile yapılacak görüşmede Yunanistan'ın milli konularının da ele alınacağını belirten Samaras, sounların çözümünün sadece Yunanistan'a değil, bunlarla doğrudan ilgili olan diğer ülkelere de bağlı olduğunu ifade etti.
Samaras, Münhasır Ekonomik Bölgeler ile  ilgili bir soruyu da, "Bu konunun artık farklı boyutları var. Artık Avrupa'nın enerji ikmali; Akdeniz'deki kaynakların değerlendirilmesine ve Güney Avrupa bölgesinde karadan ve denizden oluşturulacak kanallara bağlı" diye cevapladı.